24 Aralık 2013 Salı

Umberto Eco

Bana göre yaşayan son ünlü düşünürlerden. Hatta ileri gidiyorum, Dostoyevski bize ne ifade ediyorsa Umberto Eco da yıllar sonra gelecek nesiller için aynı kefede olacak. Umberto Eco hakkında Wikipedia lafları etmek istemiyorum ama o bir İtalyan, yazar, düşünür, göstergebilimci, akademisyen, ortaçağ uzmanı vs...Gösterge bilimin ne olduğunu ilk defa Umberto Eco'dan öğrendim. Ortaçağ tutkum da tamamen onun sayesinde oluştu.
Sanırım okuduğum ilk kitabı "Baudolino"'ydu. Ortaçağda geçen kitapta başkahraman Baudolino hikayeyi kendi gözünden anlatır. Aslında kitap fantastik bir kitap değil, ama fantastik severlerin de sevebileceği başkahramanın duyduğu bir dili hemen öğrenebilmesi gibi fantastik öğeleri de var. Kitapta Konstantinopolis severleri de heyecanlandırabilecek kısımlar var. Bu kitap bence Umberto Eco'nun tarzını çok güzel ortaya koyuyor,  merak edenlere duyurulur. 
Umberto Eco sanırım benim şu hayatta tanışmayı istediğim tek ünlü. Ona gidip "merhaba ben çok fena hayranınızım hemen hemen her kitabınızı okudum, harikasınız demek istiyorum." Sanırım iki yıl önce İstanbul'a gelmiş ama haberim olmadı. İtalya'ya gidip onu görmek de planlarım arasında. Hatta İtalyanca öğrenip kitaplarında kendi dilinde okumayı da çok isterdim. Aslında Şadan Karadeniz Umberto Eco'nun kitaplarının çevirisini mükemmel derecede anlaşılır olarak yazıyor. Hatta çoğu çevirilerinde Türkçe çevirinin yetersiz kaldığını düşündüğü zamanlarda okuyucuya notları da oluyor. Bu sayede kitapları orjinal dillerinde okuyamamamın eksikliğini daha az hissettiriyor. Buradan kendisine de emeği için saygılar, sevgiler...
Umberto Eco sanırım Türkiye'de en çok "Gülün Adı"'yla tanınıyor, muhtemelen kitap, aynı adlı filme konu olduğu için. Film gerçekten de çok güzel, başrolünde Sean Connery var. Film kitabın atmosferini kesinlikle çok iyi yansıtmış, şiddetle tavsiye ederim. Ben önce kitabını okuyup sonra filmi izlemiştim. Şimdi düşününce sanırım sıralamayı doğru yapmışım. Film kitabın birebir aynısı değil, senaryosunda kitaptan farklı, izleyici için daha çarpıcı sahneler var. Beni çok rahatsız etmedi bu değişiklikler, bu konuya başka bir yazımda yüksek miktarda spoiler vererek değineceğim.
Benim için Umberto Eco'nun bu kadar önemli olmasını sağlayan kitabından bahsedeceğim. Adı "Foucault  Sarkacı"  (Fuko olarak okunuyor). Kitabın konusu çok sürükleyici, günümüzde geçiyor. Başkahraman Casaubon'un başından geçenler anlatılıyor. Kitabı okumak tamamen kendinize bir meydan okumak. Kitabın arkasında uzun bir sözlüğü var, çok fazla miktarda kavram ve yeni kelime içeren kitap başlı başına entellektüel bir yığın. Bu şekilde tasvir etmek istemezdim ama kitabı anlamak için iki kez okudum. (Hayatımda başka hiçbir kitabı iki kez okumam diyordum ama Gülün Adını da geçenlerde filmini izlemeden önce hatırlamak için ve tabi kitap çok güzel olduğu için ikinci kez okudum.) Kitabın sonunda Şadan Karadeniz'in de eklemeleri var. Bu kitapta Umberto Eco'nun harika dil oyunlarıyla kitap çok zevkli bir hale geliyor. Bir tanesini örneklemeden geçemeyeceğim. Shakespeare= Shake Spear ( Mızrak sallayan). Bu arada bu dil oyunlarından bahsetmişken kitabın aslında neden bu kadar ağır olduğuna değinmek istiyorum. Kitap aslında gizemcilik üzerine kurulu. Sürekli aklınızda sorularla okuyorsunuz. Ortaçağın karanlık dehlizlerindeki bütün inançlar, büyüler, dinler, tarikatlar, Tapınak Şovalyeleri, İsa'nın kutsal kasesi, Gülhaçlar, Simya, Homunkulus, Kabala ve bir sürü komplo teorisinden haberdar oluyorsunuz. Kesinlikle ufkunuzu açacak bir kitap.
Umberto Eco'nun roman olmayan kitapları de var. İçlerinden sanırım "Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın" en ilgi çekici olanı.  Bu kitabında Umberto Eco'ya başka bir yazar Jean-Claude Carriere katılıyor ve kitap diyalog halinde geçiyor. Kitap şahane fikirleri barındıran, özellikle bir gün elektrik giderse sanat ve kültüre ait, basılı kitaplar haricinde elimizde hiçbir şeyin kalmayacağı teması üzerine kurulmuş diyaloglardan oluşuyor. İnanılmaz zeka kokan bu kitabı da yine şiddetle tavsiye ediyorum. Parodi severler içinse "Somon Balığıyla Yolculuk", Eco'nun gündelik hayattaki bir çok şeyle nasıl dalga geçtiğini merak edenler için çok keyifli bir kitap. 
"Güzelliğin Tarihi" ve "Çirkinliğin Tarihi" adlı iki kitabı ise Umberto Eco'nun gösterge bilimine göz kırpmalarından. Özellikle Çirkinliğin Tarihi çok ilginç bir kitap.
En son romanı "Prag Mezarlığı'"nı ise çok merakla okudum. Kitap yine Eco'ya özgü bir kitap olmuş; ancak nedense kitapla ilgili beklentim biraz yükseklerde kaldı. Yine de o muhteşem ortaçağ atmosferi ve muhteşem betimlemeleriyle güzel bir kitap.
 Umberto Eco'nun daha bir çok kitabı var, hepsine burada değinemedim, özellikle "Ortaçağ Estetiğinde Sanat ve Güzellik" ve "Ortaçağı Düşlemek" Umberto Eco'yu biraz daha derinden tanımak isteyenler için iki iyi deneme örneklerinden. Sanırım diğer kitaplarına göre daha az sevdiğim kitabı ise "Kraliçe Loana'nın Gizemli Alevi". Bu kitap bana herhangi bir yazarın da yazabileceği bir kitap gibi geldiği için sanırım beni diğerlerine göre daha az etkiledi. 
Sabırsızlıkla okumayı istediğim  bir diğer kitabı ise "Önceki Günün Adası". Önümüzdeki günlerde bu kitabını da okuyup hakkındaki fikirlerimi paylaşmak istiyorum.
Umarım Umberto Eco'yu biraz olsun anlatabilmişimdir. Herkese iyi okumalar...




22 Aralık 2013 Pazar

Kozalaklardan Yılbaşı İçin Kapı Süsü Yapımı

Bu sene içime yılbaşı sevinci kaçtı. Kırmızı ve yeşil şu sıralar en sevdiğim renklerden. Evdeki malzemelerimle pazar miskinliğine inat kapı süsü yaptım. Evde ne kadar çalı çırpı, kozalak, yeşil ve kırmızı malzeme varsa bir araya getirdim. Evde çalı çırpı ve kozalak ne ariyor diyebilirsiniz, sahilde uzun yürüyüşler sonunda sahile çok güzel çalı çırpılar vurduğunu keşfettim. Aynı boyda olanları ben bir gün bunlarla birşeyler yaparım ki diyerek toplamıştım. Kozalakları da yazın baharda yazlığa geldiğimizde kuzinede yakmak için annemle yürüyüşlerimizde topladıklarımızdan, yine ben bunlardan birşeyler yaparım ki diyerek eve de getirmiştim. Gün bugündür diyerek hepsini kullandım.




İlk önce yılbaşı süsünün tabanını yaptım. Bunun için magazinlerden kullandım, daha kalın, daha güzel malzemeniz varsa daha iyi olabilir. Düzgün yuvarlaları çizmek zor iş. Bunun için ben de mutfak eşyalarından faydalandım. Büyük daireyi pasta servis kabının kapağını kullanarak, içteki daireyi ise kahvaltı tabağını kullanarak çizdim. Pratik oldu.

Daha sonrasında evde yapışkan kaplama kağıdım vardı. Rengi de kırmızı olduğu için taban fonu olarak onu seçtim. Hem kat kat magazinleri de bir seferde arkasını da yapıştırdığım için birleştirmiş oldum. Süslemede de kalp şeklinde kesip kullandım. Kalp için kalip bulamadım, ilkini elimle çizdim, diğerlerini ilkini kalıp olarak kullanarak kestim. Daha sonra kalpleri birleştirerek yonca yaptım.















Renkli simlerim vardı onları da kozalakları kaplamak için kullandım. Önce üzerine fırçayla tutkal sürdüm.Sonra üzerine simleri döktüm. Kuruduktan sonra fazla simini silkeledim.
Çalı çırpıyı da iple bağladım, içine de yeşillik için, lavanta yapraklarını yeşil simle kaplamıştım onlardan koydum.


 Çalı çırpıdan yıldızı başka bir blogdan gördüm. Çok hoşuma gitti. Onun kullandıkları daha uzundu. Bence benimki daha şirin oldu. Önce 5 tane çalı çırpı seçtim. Taslak olarak yıldız şeklini verdim. Buraya kadar herşey güzeldi, ama yapmak çok kolay olmadı. İple sarıldığı zaman dallara açı vermek zorlaştığı için planladığım gibi bir yıldız çıkmadı ortaya. Dalları aradan geçirmek gerektiği için tuzlu olduklarından çok kurulardı o yüzden ilk denememde bir dalım kırıldı. Ama ikinci denemede hallettim. Sarım için de yeşil ve kırmızı makara ipi seçtim.

En son hepsini kırmızı taban üzerine yerleştirdim. 2 tür kozalak vardı elimde dik olarak koyduklarım daha tombullardı, yatay koyduklarım da ince. Ben de bir tombul bir ince kozalak dizdim.Aralara da süslerden koydum. Dışarı çıkmaya üşendiğim için hazır süslerden kullanmadım ama belki biraz daha süslemeye ihtiyacı olabilir. Siz yaparken daha çok süs kullanabilirsiniz. Evde tutkal olduğu için bol tutkalla yapıştırdım. Hala kurumadılar, yarına da tutmazsa silikon kullanacağım.
Kuruduktan sonra kapı süsü olarak kullanacağım. Herkese mutlu yıllar...






2 Aralık 2013 Pazartesi

Çay

Kahveyle ilgili yazımdan sonra çayla ilgili de birşeyler yazmak istedim. Türkiye'de çay  içmeyen çok azdır. Çayın hayatımızdaki yeri gerçekten çok büyük, çok güzel bir kültür. Zaten herkes en güzel siyah çayı demlemeyi biliyor. Ben burada siyah çay nasıl demlenir anlatmak istemiyorum. Onun yerine siyah çaya alternatif diğer çaylarla ilgili bildiklerimi paylaşacağım. 
Öncelikle son günlerdeki favori çayım yeşil çayla konuya başlayacağım. Yeşil çay bildiğimiz siyah çayla aynı bitkiden elde ediliyor. Yeşil çayın farkı ise siyah çaydaki gibi fermentasyona uğramadan çay yapraklarının tüketime sunulmasıdır. Yeşil çayın yararlarından bahsedip lokman hekime dönüşmek istemiyorum, ama yeşil çay gerçekten iyidir, içiniz. Ama biliyorum ki bir çok kişi yeşil çay deyince geriliyor, yani tadını sevmiyor. Ben de ilk içtiğimde beğenmemiştim. Piyasada genelde poşet çay halinde bulunuyor. Poşet çaylarla ilgili bir dip not söylemek istiyorum, poşet çayınızda zımba var mı diye dikkat edin varsa kullanmayın o markayı, gerçi artık piyasada zımbalı ürünler çok azaldı ama yine de hatırlatayım istedim. Benim favori poşet yeşil çayım Lipton'un piramit naneli yeşil çayı, tavsiye ederim çok lezzetli, çok yoğun nane aroması ile yeşil çayın tadı çok yakışmış.  Ama ben yeşil çay için Lipton'un ve Çaykur'un yeşil çay yapraklarını kullanıyorum, genelde büyük marketlerde bulunuyor. Eğer bu çayı siyah çay gibi demlerseniz, tadı çok acı olacağından sevmezsiniz. Zaten yeşil çayı uzun süre ısıya maruz bırakmamanız gerekiyor. Kahve yazımdaki french presste vermiş olduğum tarifimdeki kurallar dahilinde ( 70°C suda 3-4 dk) demlerseniz tadını çok seveceksiniz. Bir kişi için 1 tatlı kaşığı yeşil çay ölçüsü benim kendi tarifimdir, tavsiye ederim. Bu arada yeşil çayda da siyah çayda olduğu gibi kafein olduğunu unutmayın
Diğer favori çayım ise bir karışımdan oluşuyor. Kış ayları için hastalandığınızda içeceğiniz ya da lezzetli, farklı birşeyler içmek istediğinizde içebileceğiniz bir çay. Bu çayı hazırlamak için içerisinde süzgeci bulunan cam demlik kullanıyorum. Şimdi gelelim çayın yapılışına:
Ihlamur ( yaprak kısmı değiil, çiçek kısımlarını tercih edin)
Kuşburnu
Adaçayı
Zencefil
Karanfil ( İri çekilmiş)
Tarçın (İri  çekilmiş)
Yeşil Çay
Çay için kullandığım malzemeler bunlar. Şimdi oranlara gelirsek ölçü vermekte zorlanırım, ama siz bir kaç denemeden sonra en sevdiğiniz tadı yakalayabilirsiniz. Ben ıhlamur ağırlıklı bir çay seviyorum. Tarçın ve karanfili çok koyarsanız sert bir çay oluyor. Ama ıhlamur tadını dengeliyor. Çay demlenirken çok güzel kokuyor, benim bu çayda sevdiğim tat  pembe-turuncu arası bir renkte olduğu zaman oluyor.  Bu çayı teneke bir kutunun içinde karışımını hazırlayıp ağzı kapalı olarak saklıyorum. Demleyeceğim zaman demliğe bir kişi için 2 tatlı kaşığına yakın miktarda koyuyorum. Demlerken, kaynamış suyun üzerine çayı koymanız gerekiyor. 3-4 dk kadar kaynatıp içebilirsiniz. Yanında tatlı kurabiyelerle çok güzel gidiyor.



 


1 Aralık 2013 Pazar

Drizzt Do'Urden

Fantastik bir dünya olan Unutulmuş Diyarlar serisinin yazarı R. A. Salvatore'nin yarattığı Drizzt Do'Urden benim sanırım en çok sevdiğim fantastik karakterlerden. Yüzüklerin Efendisi'ne saygısızlık etmek istemem ama Unutulmuş Diyarlar da en az Orta Dünya kadar güzel bir anlatıma sahip.Orta Dünya fanları eminim Drizzt Do'Urden'le henüz tanışmadılarsa bile okuduklarında kesinlikle ona yakınlık duyacaklardır. Unutulmuş Diyarlar'da yine "iyilik her zaman kazanır" teması etrafına kurulmuş sadık dostluk betimlemeleri ve muhteşem fantastik ırk özellikleri anlatılıyor.
Bu zamana kadar Unutulmuş Diyarlar serisinin 10 kitabını okudum, ama merak etmeyin çok ciddi spoiler vermeyeceğim. 10. kitap Drizzt Efsanesi dörtlemesinin son kitabı, bunu bitirdikten sonra ara verdim çünkü kesintisiz olarak seriyi okuyordum, araya biraz farklı kitaplar koymaya karar verdim. Baharda tekrar 11. kitaptan devam edeceğim.
Drizzt karanlıkaltında yaşayan Drow adı verilen Kara Elf ırkına mensup bir elf. Ten rengi siyah, uzun beyaz saçları var ve bir elf için bile oldukça yakışıklı. Drow ırkı, Örümcek Kraliçe'nin ruhani liderliğinde, tamamen kadın egemen, saf kötülüğün ve sınırsız gücün peşinde olan bir ırk. Drizzt, ırk özelliği olan kötülüğün ona göre olmadığına karar vererek tamamen karanlıkaltına uyum gösteren vücuduna rağmen yeryüzüne gider ve orada ışığın ona verdiği acılara rağmen hayatına devam eder. Yeryüzünde edindiği çok sağlam dostluklarının desteğiyle hayatta kalan Drizzt, gittiği her yerde Drow ırkının kötü şanı yüzünden ön yargılara yenik düşer. Bu kadar kırılgan bir karakter olmasına rağmen Drizzt, hemen hemen tüm düşmanlarını palalarıyla alt edebilecek bir karakter. Sadakati ve sevgisiyle de kalbimizi fethetmiş durumda. Ayrıca bir ranger (korucu) olan Drizzt'in doğaya ve diğer iyi tüm canlılara bakış açısı gerçekten çok güzel.
Drizzt'in bölüm aralarında kendi düşüncelerini okuyucuya anlattığı kısımlar var. Orada gerçekten çok güzel çıkarımlar var. Birkaçını burada alıntılamak istiyorum:

"Kişinin kibrinin böyle bir kayıp ve acıya yol açacağını öğrenmek ruhsal bir mağlubiyettir. Kibir sizi kişisel zaferinizi daha yükseklere çıkartmaya davet eder. Ama o yükseklerde rüzgar daha güçlüdür ve dengeniz daha fazla sallantıdadır. Öyleyse düşüşünüz de daha yüksekten olur."

 "Umut işin anahtarıdır. 'Gelecek geçmişten ya da bugünden daha iyi olacak.' Bu inanç yoksa, drow toplumunda olduğu gibi sadece bencillik ve sonuçta bomboş olan 'günü kurtarma çabaları' mevcuttur. Ya da sadece umutsuzluk vardır ve ölümü bekleyerek hayat boşa harcanır."
...

30 Kasım 2013 Cumartesi

Kahve

Sıcak birşeyler içerken bir işe daha fazla odaklanabiliyorum. Ya da mola vermek istiyorsam bir kahve içme zamanı kadar mola veriyorum. Hem kendime  zaman kısıtlaması koymuş oluyorum hem de motivasyonum artıyor. Ayrıca muhabbetin yanına gerçekten çok iyi gidiyor. Üstelik bir hobi tutkununun hobisini yaparken kahve yudumlaması gerekebilir...Bu yüzden çay ve kahve hayatımda çok önemli bir yere sahip. Ben de zamanla inceliklerini öğrendim. İlk önceleri herkesin neskafe dediği çözülebilir hazır kahveyle başladım. Sade içemiyorsanız ve dışarıdaysanız her yerde süt bulunamadığı için mecburen kahve kremasıyla içmeniz gerekiyor. Kahve kreması dediğime bakmayın, aslında adı kahve beyazlatıcısı, içerisinde bir çok katkı maddesi bulunan bir toz. Kahvenin tadını iyi yapıp yapmadığı tartışılır, ama benim tercihim ısıtılmış az miktarda sütten yana. Herkesin ailesinde Almanya'da yaşayan ve arada bir gelip size hediyeler getiren uzak akrabaları vardır sanırım. Bizim de vardı, bir kere otel kahvaltılarındaki tek kişilik reçel kapları kadar ambalajlarda kahve kreması getirmişlerdi. Yoğun süt kıvamında bir sıvıydı, ben de neskafeme bundan koydum, kahvem inanılmaz lezzetli oldu. Hala o tadı arıyorum, başka bir markasını buldum ama o tadı alamadım. Çözülebilir hazır kahvelerle ilgili lezzet arayışım daha öteye gitmedi.
 Kahve çekirdeklerinin sıcak suda eriyebilir hale gelebilmesi için bir çok işlemden geçmesi gerekiyor. Bu da kahve gibi doğal bir ürünü katletmek demek oluyor. Üstelik gereksiz bir sürü katkı maddesini de bünyenize almış oluyorsunuz. Bu yüzden uzun süredir filtre kahveye yönelmiş durumdayım. Üstelik tadını da çözülebilir kahvelerden çok daha iyi buluyorum. Ancak filte kahvelerdeki kafein miktarı çözülebilir kahvelere göre daha fazla. Yani neskafe içip uykuya dalan biriyken, filtre kahveyle bunu denerseniz uykusuzluk problemi yaşayabilirsiniz. Ama kafeine de zamanla alışılınıyor. Birkaç geceden sonra rahat uyumaya devam edebilirsiniz. Üniversitede duyusal analiz dersi için Starbucks'a kahve tadımına gitmiştik. Orada da kahveyle ilgili benim çok hoşuma giden bir bilgi paylaşmışlardı. Kahvelerdeki aromalar, kahve ağaçlarının bulunduğu bölgedeki diğer bitkilerin aromalarının kahve çekirdeklerine geçmesi sayesinde oluyormuş. Bu sayede çok farklı tatlardaki kahveler mevcut. Kahve çekirdeklerinin kavrulma süresi de kahvenin sertliğine sebep olan etmenlerden. Ayrıca kahve çekirdeklerini çok ince çektirirseniz bizim türk kahvesini elde etmiş olursunuz. Biraz daha iri çekilirse de filtre kahve kıvamında kahveniz olur.
Son olarak kendi  filtre kahve yapma tarifimi veriyorum. Filtre kahvemi Tchibo'dan her seferinde 100 gr taze olarak alıyorum. Bir çok çeşidi var, deneyerek en sevdiğinizi bulabilirsiniz. Fiyatları da uygun, lezzetli de.  Tek kişilik yapmak için 2 tatlı kaşığı filtre kahveyi french presse koyun. Üzerine kaynattığınız ama 3-4 dakika beklemiş bir kupa kadar suyu koyun (yaklaşık 70°C). 3-4 dk beklememizin sebebi kaynar suyu boşalttığınız zaman kahve çekirdeğindeki yağları yakabilirsiniz, bu da kahvenizin tadını bozar. Suyu koyduktan sonra da 4 dk. demlenmesi için bekleyin. Daha sonra french pressi bastırın ve kahvenizi bardağınıza koyun. Filtre kahveyi sade olarak rahatlıkla içebilirsiniz. Çözülebilir kahveler gibi sert olmazlar ama yine de yanına ısıtılmış süt hazırlarsanız mükemmel kahvenizin kıvamını yakalayabilirsiniz. Yanına da güzel bir çikolata ya da tatlı iyi gider...

29 Kasım 2013 Cuma

3 Oyun: Go, Tangram ve Origami


Uzakdoğu kültürü gerçekten bizim kültürümüze göre çok farklı. Çok güzel hobileri var, üstelik bunları tüm dünyaya da tanıtıyorlar, biz de faydalanıyoruz tabi. Ben 3 farklı oyundan bahsedeceğim, ancak bu oyunlarla ilgili çok kısa bilgiler verebileceğim, detaya inemedim, ilgilenenler için piyasada bu oyunlara yönelik bir çok imkan var. İlk önce go oyunundan bahsedeceğim. Diğer adı Çin satrancı. Benim bu oyunla tanışmam onunla çok önceden tanıştığımı farketmemle başladı. Meğer okulda dersten sıkılınca bunu oynuyormuşuz. Adına da nokta oyunu diyorduk sanırım. Oynamak için sadece kareli bir kağıt, bir arkadaş iki de farklı renkte kalem gerekli. Karelerin köşelerine sırayla noktalar koyarak oynuyorsunuz. Çapraz ve yan hareket etmeye izin var. Amaç da karşı tarafın noktalarını kesintisiz noktalarınızla hapsetmek. Oyun bize göre çok eğlenceliydi, hem uzun soluklu bir oyun hem de strateji kasmayı gerektiriyordu, kuralları da çok basitti. Lisede Ankara'da o zamanlar bizim çok sevdiğimiz bir kafede bir oyun gördük. Satranç tahtasına benzer bi tahtasi bir de siyah ve beyaz bir sürü yassı yuvarlak taşları vardı.  Talimatında adına Go diyordu ve talimatlar bizim nokta oyunuyla neredeyse aynıydı. Tabi başladık oynamaya. Bir gün yan masadan biri atladı kuralları yanlış biliyorsunuz, ben Hacettepe Go Kulübü üyesiyim falan, neyse bize oyunun kurallarını, karşı tarafı tuzağa düşürmeyi herşeyi o gün öğretti.  O yıllardan sonra araya üniversite girince bir daha oynamadım, haliyle de kuralları unuttum. Daha sonra benimle go oynayabilecek birini bulunca yeniden başlamaya karar verdim. Başlangıç için de Gülçin Çakır'ın Yeni başlayanlar için Go kitabını alıp okudum. Kitap gerçekten de çok güzel. Kuralları ve tuzağa düşürme yöntemlerini güzel anlatıyor. Tavsiye ederim. Bu arada Go için henüz bilgisayara karşı oynayabileceğiniz bir program geliştirilememiş, çünkü çok fazla hamle kombinasyonu var. Yani bu oyunu karşınıza bir arkadaşınızı alıp, masanıza tahtanızı koyarak muhabbet ede ede oynamanız gerekli...
Go oyunundan sonra Tangram'dan bahsedeceğim. Tangram bir karenin 7 geometrik parçaya bölünmesiyle elde edilen, tüm parçaların yeni bir şekil üretmek üzere kullanıldığı bir oyun ya da sanat artık size göre neyse o. Benim burada kendi tangramımla yaptığım kuşu görebilirsiniz. Renkli şablonu da yanında, aslında orjinal şablonlar tilkide olduğu gibi parçalar arası sınırların belli olmadığı şeklin tüm olarak göründüğü şablonlardır. Tangramı her türlü malzemeden yapabilirsiniz. Ben renkli kağıtlardan yaptım, siz tek renk de yapabilirsiniz. Bu arada 7 farklı renk kullanarak yaptığım tangram sonunda 7 tangram oluştu. Ben de kalan 6 tanesini  hediye ettim. İnternette ya da kitaplarda çok farklı figürler bulabilirsiniz, bazılarını yapmak gerçekten çok kolay değil, ama sonuçta hoş vakit geçirebileceğiniz bir aktivite. Umarım sevmişsinizdir. 
Şimdi gelelim Origamiye. Sanırım bu 3 oyundan bizde en yaygın olanı origamidir. Origami kağıt katlama sanatıdır. Kağıt, tek bir kare parçadan oluşmalı ve kuralları gereği kesiklere ya da yapıştırmaya izin vermiyor. Aslında zor bir hobi. Biraz el becerisi, biraz sabır ve istek gerekli. Ama sonuçta ortaya çok güzel figürler çıkıyor. Kağıt katlama için bazı temel teknikler var, onları öğrenirseniz işiniz daha da kolaylaşır. Yıllar önce cadılar bayramı arifesinde bir arkadaşımla origami balkabağı yapmaya karar verdik. Sanırım sabaha kadar uğraşmıştık, muhtemelen çok zor bir figür seçmiştik ama değmişti. Origami tavşan yapmak için de örnek bir şablon deneme yapmak isteyenler için...
 Son bir kaç yıldır piyasada origami takvimleri görüyorum. Her günün sayfası aslında bir origami şablonu. Hergün bir origami yapıyorsunuz. Fikir çok hoşuma gitti, belki 2014 için kendime hediye alabilirim...


27 Kasım 2013 Çarşamba

Kırmızı Şarabın Yanına...

Kırmızı şarabı gerçekten çok severim. Eminim benim gibi kırmızı şarap severlerin kendine göre şarabın yanına hazırladıkları favori yiyecekleri de vardır. Ben benimkileri sizinle paylaşmak istedim. Öncelikle peyniri çok sevdiğimi belirtmek isterim, hazırladıklarımın çoğunda peynir bulunuyor. 
Leona kalecik karasının yanındaki  tabakta Ümit marka sütlü yaprak galeta üzerine İzmir tulum peyniri koydum. Gerçekten çok lezzetli oldu, kırmızı üzümle de tatları çok yakıştı. 
Bir ara peynir yapmaya heveslenmiştim ama henüz deneme aşamasına geçemedim. Çok severek aldığım Tütkiye'nin Peyniri adlı kitapta çok hoşuma giden bir fotoğraf vardı. Ben de o fotoğrafı hayata geçirdim. Nasıl yapılacağıyla ilgili bir tarif yoktu, kendi kendime denedim ve bence oldu. Kendi tarifimi sizinle paylaşacağım.Tarifteki ana malzememizden biri ceviz. içi. Ama cevizlerin ikiye bölünmüş olması gerekli. Daha fazla kırılmışsa şekil vermek çok zor oluyor. O yüzden alırken cevizin parçalara bölünmemiş olmasına dikkat edin. Diğer malzememiz ise peynir. Kitaptaki resme baktığımda en uygununun yağlı koyun peyniri olduğuna karar verdim. Çünkü hem lezzetli hem de yumuşak kıvamlı bir peynir. 2 yarım parçalı cevizi birleştirip etrafını da yağlı koyun peynirini hamur haline getirip peynirle kapladım. Hepsi bu kadar. Peynir çok yumuşak olduğu için hemen şekil alıyor. Hem çok lezzetli hem de çok estetik bir meze oldu. 
Son olarak da klasik meyve salatası tarifini vereceğim. İçerisinde ekşi yeşil elma, armut, nektarin, kırmızı erik ve kırmızı üzüm var. Fotoğraftaki gibi sunabilirsiniz. Kırmızı şarapla meyveler de çok uyumlu oluyor. Afiyet olsun...

Puzzle Part 2- Yapım Aşamaları

Artık puzzle seçimini hallettiğimize göre sırada yapım aşamaları var. Puzzle almaya gittiğinizde eminim puzzla halılarını görmüşsünüzdür. Genelde yeşil renkli rulo şeklinde olurlar. Ben bu halıları çok pratik buluyorum çünkü puzzla yapmadığınız zamanlarda nereye koyacağınız dert oluyor. Bu halılardan alırsanız puzzleınızı halıyla birlikte rulo yapıp kaldırabilirsiniz. Fotoğrafta benim puzzleımın altında pembe birşey görüyorsunuz. O gördüğünüz strafor benzeri bir malzeme. Yapı marketlerde bulunuyor. Ben onu kullanmayı tercih ettim, puzzleımı yapmadığım zamanlarda onu da alıp başka bir yere kaldırabiliyorum. Siz de halıya para vermek istemiyorsanız kendi yaratıcı çözümlerinizi kullanabilirsiniz.
Yapım aşamalarına geri dönelim. Fotoğrafta göreceğiniz gibi ilk önce çerçeveyi bitirin. Çerçeve parçalarında bir kenar düzdür, bu şekilde tüm parçaları kutudan ayırıp hızlı bir şekilde çerçeveyi bitirebilirsiniz. Daha sonra kolay kısımlardan başlamanızı tavsiye ederim. Ben buradaki puzzleda kız çocuğuna yöneldim, kutuda beyaz renkler çoğunlukla kızın kıyafetinde olduğu için beyazları ayırdım ve bununla başladım. Daha sonra yüze geçtim. Buradan da sepete yönelmeyi planlıyorum. Siz istediğiniz yerden devam etmeyi seçebilirsiniz. Sanırım mantık anlaşılmıştır. Koyduğunuz parçaların uygun olup olmadığından şüpheye düşerseniz, iki parçayı elinize alıp ters çevirin orada renkler yoktur. Bu sayede parçaların uygunluğunu, boşluk ya da çıkıntıların kalıp kalmadığını kontrol edebilirsiniz. Ama dediğim gibi bu markada böyle dertleriniz pek olmayacak.
Puzzle yaparken herkesin eminim çok kortuğu şey parça kaybetmektir. Eğer başınıza böyle bir olay gelirse üreticiyle irtibata geçebiliyorsunuz, belli bir ücret karşılığında parçanıza kavuşabilirsiniz. Benim başıma da geldi. 1500 parçalık başka bir puzzle yapıyordum ve bir parçam kaybolmuştu. Üretici firmayla irtibata geçmeye üşendiğim için o parçayı kendim yapmaya karar verdim. Yine yağlı boya bir tabloydu, kaybolan parça da karışık renkli bir yerdeydi. Ben de o parçanın şeklinde bir karton kesip, suluboyayla benzer renklere boyadım ve bütün içerisinde tamamen kayboldu. Siz de kaybolan parçanız uygun bir parçaysa bu tür çözümler üretebilirsiniz. 
Şimdi puzzleınızı bitirdiğinizi ve manzara karşısında memnun kaldığınızı, artık duvara asmak istediğinizi varsayalım. Ancak parçalar, puzzleı taşımak istediğinizde dağılacak gibi, ne yapacağınızı bilmiyorsunuz. Bu aşamada hemen puzzle yapıştırıcıları devreye giriyor. Yapıştırmak gerçekten çok kolay. Puzzleın üzerine yapıştırıcının kullanım talimatına göre yapıştırıcıyı sürüyorsunuz. Buradaki mantık; yapıştırıcının parça aralarına girerek parçaları birbirine yapıştırması ve bunu yaparken de yüzeyde herhangi bir kalıntı bırakmamasıdır. Siz de böylece puzzleınızı tek parça olarak istediğiniz yere taşıyabiliyorsunuz. 
Yapıştırma işleminden sonra geriye çerçeveletmek kalıyor. Bu aşamada istediğiniz çerçeveyi seçip puzzleınızı duvarınıza asabilirsiniz. Burada söyleyebileceğim bir ayrıntı var ki bence çok önemli bir ayrıntı. Özellikle büyük bir puzzle yaptıysanız, duvarda asılı olduğunda yansıma yapma ihtimali çok yüksek, yani aldığı güneşe ya da lambanın konumuna göre duvardaki puzzleınızın bir kısmını yansımadan dolayı göremeyebilirsiniz. Bunu önlemek için çerçeve camı olarak parlamayan malzemeleri tercih edebilirsiniz.
Sanırım atladığım bir nokta kalmadı, umarım puzzle severler ve yeni başlayanlar için faydalı olmuştur. Ben de bir an önce resimde görmüş olduğunuz yarım puzzleımı bitirip burada paylaşırım...



Deniz Kestaneleri

Deniz kestanelerine bayılırım. Bir dönem balık çiftliğinde çalışıyordum. İlk defa orada deniz kestanelerinin iç iskeletlerinin ne kadar güzel göründüğünü anladım. Deniz kestaneleri ayrıca çok değerli  protein kaynağı. Türkiye'de çok sık tüketilmese bile yurtdışında bir çok restorantta rastlayabilirsiniz. Henüz ben de yemedim ama ilk fırsatta deneyeceğim.
Denizkestaneleriyle ilgili paylaşmak istediğim konu ise deniz kestanesi iskeleti çıkarma. Bu işlem  için gerekli malzemeler:
  • Deniz kestanesi
  • 1 ölçek çamaşır suyu (Sodyum Hipoklorit)
  • 2 Ölçek su
  • Uygun bir kap 

Bir kabın içerisine deniz kestanelerini doldurun. Sonra 1 ölçek çamaşır suyuyla 2 ölçek suyu karıştırın. Bu karışımı deniz kestanelerinin tamamını örtecek şekilde kaba doldurun. Daha sonra yapmanız gereken tek şey beklemek. Ben bir gece kadar bekliyorum. Ertesi gün bütün kestanelerin dikenleri dökülmüş oluyor. Kestanenin içorganlarını da yıkayarak temizleyin. Geriye sadece dekoratif iç iskeletler kalıyor. Yalnız yıkama sırasında dikkatli olmak gerekli çünkü iskeletleri çok kırılgan. Tamamı kalsiyum karbonattan oluşuyor. Bu verdiğim tarif yerine kestaneleri güneşte uzun bir süre bırakırsanız da aynı sonucu alabilirsiniz. Sahilde gezerken bazen deniz kestanesi iskeletlerini bulabilirsiniz. Bunlar da kendi kendilerine kurumuşlardır. Fotoğraflarda gördükleriniz benim ege sahillerinden  topladıklarım. Yeşil ya da pembe renkli çıkıyorlar, ama ilk başta ne renk olacakları belli olmuyor. İşlem sonunda süpriz oluyor size.  Toplarken ellerinize dikkat edin çünkü dikenlerini elinize batırabilirsiniz. Nazikçe tutarsanız hiçbir şey olmaz. Anlattığım gibi çok kırılgan iskeletleri var ve kendilerini hertürlü tehlikeden uzak tutmaları gerekli, bunu da dikenleriyle sağlıyorlar.



25 Kasım 2013 Pazartesi

Puzzle Part1- Seçim Aşamaları

Puzzle yapmak çok zor gibi görünse de gerçekten çok zevkli bir uğraş, birkere başladınız mı bir bakmışsınız evinizin duvarları artan ebatlarıyla boy boy puzzlelarla dolmuş. Hiç puzzle yapmayanlar için kılavuz niteliğinde bir kaç deneyimimi  paylaşmak niyetindeyim. Puzzle dünyasına adım atmaya karar verdiğinizde satın almak amacıyla bir dükkana girersiniz. Boy boy, marka marka puzzle ile ve bunların yan ürünleriyle karşılaşırsınız. Elbette ilk aklınıza gelen en güzel resmi seçmek olur. Bu gerçekten de çok önemli, hatta puzzle yapma amacınız. Ancak bu hobiye ilk defa başlıyorsanız bir kaç kıstasa dikkat etmenizde fayda var, yoksa evinizde yer kaplayan, gördükçe şunu da bir bitiremedim diyeceğiniz bir kutunuz olur. Öncelikle 500 en kötü ihtimalle 1000 parçalık puzzlelardan almalısınız, yoksa ilk deneyim için sıkılabilirsiniz. Puzzleların ebatları parça boyutlarıyla doğru orantılıdır ve her puzzle kutusundan aynı ebatlarda parçalar çıkar. Yani 1000 parçalık bir puzzle 500 parçalık puzzlea göre 2 katı kadar büyüktür. Part 2- Yapım Aşamaları yazımdaki paylaştığım resimde 1500 parçalık bir puzzleın ne kadar yer kaplayacağını anlayabilirsiniz. Resimdeki puzzle Ravensburger marka 60cm x 84cm ebatlarında. Ancak her 1500 parçalık puzzle aynı ölçülerde olmayabilir. Yani 60x84 yaklaşık yarım metrekare kadardır. Yarım metre kareye denk gelen farklı en boy kombinasyonlarıyla nadir de olsa karşılaşabilirsiniz. 
Puzzle seçiminde parça sayısı kadar önemli hatta daha önemli bir başka kıstas ise puzzleın zorluk derecesi. Zorluk derecesi aslında benim kendi kendime uydurduğum bir kıstas, çünkü bunun herhangi bir ölçütünü henüz görmedim. Aslında kutuların üzerinde zorluk derecelerini belirten işaretler olsa hoş olabilirmiş. Neyse konumuza dönelim. Benim zorluk kıstasım puzzleda yer alan soyut figürlerin çokluğu. Soyut figürleri bir çiçek bahçesi ya da dümdüz renkleri olan bir kıyafet bölümü gibi o kısımları yaparken size yol gösterecek ayrımların çok az olması olarak tanımlayabiliriz.Örneğin kutudaki resmi düşünürsek arka fondaki bitki karmaşası puzzleın zorluk derecesini artırıyor; ancak yüzlerin bulunduğu kısımlar oldukça kolay. 
Puzzle seçimindeki ebat ve zorluk kısımlarını atlattıktan sonra geriye kalite kalıyor. Kalite ile ilgili olarak piyasadaki her markayı henüz denemedim, ama tahmin ettiğiniz üzere Ravensburger'ı tavsiye edeceğim. Ravensburger'ı Educa ile karşılaştırma fırsatım oldu. Kesinlikle açık ara farkla Educa'yı geride bıraktı. Educa parçaları Ravensburger kadar size tamam bu parça buraya ait dedirtmiyor, Ravensburger'de böyle bir ikileme düşmüyorsunuz. Bunun dışında Educa'da bazı parçalarda geniş kesimler var; bu parçalar teknik olarak düşündüğünüzde puzzleda sağlamlığı sekteye uğratıyor. Aslında yapıştırıcı kullanacağımız için devede kulak kalacak ancak yine de bence kaliteden taviz vermek demek.