19 Ekim 2014 Pazar

Kukla Game and Food Cafe'de Through the Desert Board Game Denemesi


Tembel bir pazar öğleden sonrası için evde boardgame (kutu oyunu) oynamak iyi bir seçenek olabilir, ama denize nazır Karşıyaka'da güzel bir mekanda arkadaşlarınızla, kalabalıkça evinizde bulunmayan yeni boardgameler oynamak daha da güzel bir seçenek olabilir. İzmir'de Alsancak'ta bir zamanlar hemen hemen bu tanıma uyan bir oyun kafe vardı. Biraz fazla salaşlıktan, biraz da sanırım diğer ticari sebeplerden orası pek tutmadı.Uzunca bir aradan sonra Kukla Game and Food Cafe adlı bir yerin açıldığını duyunca sevindim. Bugün gidip görme şansını yakaladım. Mekan oldukça özenli, dekorasyonu şık ve sade. Çalan müzikler bugün klasik müzikti, çok da hoşuma gitti. Menüleri bir oyun kafe için oldukça zengin, neredeyse bir restorantla yarışacak seviyede. Konsept, yalnızca oyun oynanacak bir yer değil, isteyenlerin yemek yeyebilecekleri bir yer olarak  tasarlanmış. Hatta bugün oyun oynayanlardan çok yemek yemeye gelenler vardı. Şimdi gelelim boardgamelere. En dikkat çekici oyun sanırım Game of  Thrones. Bende de Game of  Thrones var, ancak buradaki versiyonu türkçe basımı. Türkçe basımı olduğundan haberim yoktu. Evde oynamak istemediğim zamanlar için mekan çok iyi bir seçenek olacak benim için. Bunun dışında butün oyunları saymayacağım ancak çok kalabalık bir oyun arşivleri yok. Bunda henüz bir kaç aylık bir mekan olmalarının da parmağı vardır mutlaka. Zaten öğrendiğime göre 15 adet kutu oyunu daha haftaya rafta yerlerini alacakmış. Ben de merakla onları keşfetmeyi bekliyorum. 
 
Bugün Through the Desert adlı boardgame'i oynadım. Oyun 2-5 kişilik bir oyun. 2 kişi oynadık. Oyunun içinden türkçe kılavuzu da çıktı. Bu arada oyunu ilk açıp oynayanlar da bizdik. Önce kurallara çalıştık. Çok karmaşık olmayan, kolay anlaşılan bir oyun. Biz anlama ve oynamayı 1 saatte bitirdik. 
Şimdi gelelim oyunun içeriğine. Oyun önceki yazımda anlattığım Go oyununa çok benziyor. Bir Go sever olarak oyundan çok memnun kaldım. Çok sevimli deve minyatürleri var. Kafa çalıştırıcı ve eğlendirici bir oyun. İlk önce oyunun kurallarında belirttiği şekilde boarda vahayı, suları ve kervan başlarını yerleştiriyorusunuz. İlk fotoğrafta bu yerleşimi bulabilirsiniz. İkinci fotoğrafta ise oyunun bitmiş hali var. Daha sonra her oyuncu sırayla kervan konvoyunu oluşturuyor. Amaç vahalara komşu olmak, sulara ulaşmak ve alan çizerek aynı Go'da olduğu gibi bölge almak. Oyun bittiğinde en çok puan toplayan oyuncu kazanıyor. Puan toplama ise kısaca vahaya yakın olmak, suya ulaşmak ve alınan alanlar olarak özetlenebilir. 5 farklı renkte kervana sahip olunabiliyor. Her turnde 2 hamle yapma hakkınız var. Hamle yapmak, konvoyunuza deve katmak anlamına geliyor. Aynı renge sahip kervanlardan en uzun kervana sahip olan oyun sonunda puan kazanıyor. 
 
Develer 5 pastel renge sahipler.  Oyun ise örneğin yeşil renkli develer bitiğinde bitiyor. Yani en önce hangi renk deve bitiyorsa bitiyor. Ben bugün 81'e 105 yenildim. Oyunu daha detaylı kuralları da var. Ancak okununca çok rahat anlaşılıyor. Umarım siz de zevkle oynarsınız. Kukla Game and Food Cafe umarım uzun yıllar varlığını sürdürür biz de bir çok oyunu tanıma fırsatı yakalarız. Bu arada Through the Desert ya da Game of Thrones gibi boardgameler hem Türkiye'de pek bulunmayan hem de pahalı olan oyunlardan. Bu yüzden Kukla Game and Food Cafe biraz ilgiyi bence hakediyor.

22 Eylül 2014 Pazartesi

Çin Çay Seramonisi

Çayı ne kadar çok sevdiğimi "Çay" yazımdan da anlamışsınızdır. Elimden geldiğince bulabildiğim farklı çayları tatmaya çalışıyorum. İzmir'de Tea&Pot Cafe adlı çok sevimli bir çay evi açıldı. Ben de oradaki değişik çayları deneme fırsatı buldum. İçlerinden en çok oolong çayını beğendim. Tea&Pod'da buradaki  çaylarıı satın alıp evinizde de içebiliyorsunuz, ancak fiyatları biraz tuzlu. İzmir'de Tea&Pot Cafe'den bir kare...




Geçenlerde çok sevdiğim bir arkadaşım Çin'e gitti.Çin'de çay kültürünün çok önemli olduğunu zaten biliyordum, bir de üzerine Sharlock Holmes dizisindeki bir bölümde müzedeki kızın çin çay seramonisi sahnesini görünce çok hoşuma gitti. Çay Seramonisini çok seven başka bir arkadaşım da 3 ayaklı, ağzında para tutan bir kurbağanın da bu seramoni de yer aldığını anlatmıştı. Ben de seramonimin tam olması için tüm bu bilgileri Çin'e giden arkadaşıma bir çok fotoğrafla anlattım. Çin'den döndüğünde oolong çayı, çin çay seramoni seti, 3 ayaklı ağzında para tutan kurbağa ve suya atınca çiçek açan çaylardan getirdi. Oolong çayı ve suya atınca çiçek açan çaylarımın fotoğrafını da paylaşıyorum.






Getirdiği oolong çayı bir tam yaprağın top haline getirilip üzerinin ginsengle kaplanmasıyla hazırlanmış. Bir bardağa bu toplardan 2-3 adet atmanız yeterli. Gerçekten çok lezzetli bir çay. Camellia Sinensis bitkisinin yapraklarından üretilen oolong çayının tek farkı yapraklarının yeşil çaydan daha çok, siyah çaydan daha az fermantasyona uğramasıdır. Okuduğum bir çok kaynakta bu çayın yararlarından bahsediliyor, ancak ben yazılanlarda çok fazla tutarsızlık gördüm hepsinde ortak olarak kolesterolü düşürdüğünden ve kilo verdirttiğinden bahsediyordu, geri kalanların doğruluğundan emin değilim. Şimdi gelelim seramoniye. Seramoni seti 4 küçük çay bardağı, bir demlik ve demlik ve çay bardaklarının üzerinde durduğu, delikleri bulunan ve altında bu deliklerden akan çayları toplamaya yarayan bir hazneden oluşuyor. Sete ek olarak demlik temizleme ve çay bardaklarını tutmaya yarayan aparatlar ve çay koyma kaşığı gibi malzemelerin bulunduğu bir başka set daha var. Tüm bunların yanın da 3 ayaklı şans kurbağası var. Fotoğraflarda seramoni yaparken çektiğim fotoğrafları görebilirsiniz. Seramoni setinin yapıldığı malzeme farklı bir tür porselen ve kilden oluşuyor. Çin çay seramonisini Çin'e giden arkadaşıma Çin'de uygulamalı olarak anlatmışlar ben de ondan öğrendiğim gibi uyguladım. Demliğe ilk önce çay yapraklarını koyuyorsunuz. Kaynamış ve bir kaç dakika dinlenmiş suyu demliğe koyun. Bir kaç dakika bekledikten sonra tüm seti bu çayla yıkıyorsunuz. Seramoni porseleni çayla yıkandıkça değerleniyor ve bakımı yapılmış oluyor. İkinci kez sıcak suyu demliğe döküp tekrar çayın demlenmesi için bekliyorsunuz ve tüm çay fincanlarını bu çayla doldurup içiyorsunuz. Bende 4 fincan vardı 2 arkadaşımla seramoniyi gerçekleştirdik. Çay fincanının büyüklüğü iki üç yudumluk, bir demlikten bu şekilde 2'şer fincan çıkıyor. Seramoniye 10 demlemeye kadar devam edilebilir.Bir süre sonra acı bir tat almaya başlıyorsunuz. Bu noktada çay yapraklarının ömrü bitiyor. Son demlikteki çayı tüm seti yıkamak için kullanıyorsunuz. Yani sete normal su ve deterjan değmemeli. Toplama haznesinde kalan çayları da Çinli kadınlar ciltlerini temizlemek için kullanırlarmış. Bu seramoninin mantığı çay yapraklarının su içinde uzun süreler beklememesinde yatıyor. Demliğe koyduğunuz çay demlendikten sonra demlikteki çay tamamen boşaltılıyor ve çay yaprakları bir sonraki demlemeye kadar kuru kalıyor. Evde oolong çayını sürekli seramoni halinde içmiyorum tabi. Ben bir fincana 3-4 yaprak atıp demlenmesini bekleyip, demlenince yapraklarını sudan çıkarıyorum. İkinci bardağı içmek istediğimde ancak en fazla bir kaç saat içinde tekrar bu yaprakları kullanıyorum. Diğer bir yöntem ise cam demliğe bardağımın hacmi kadar su koyup, ikinci içime kadar yaprakları kuru tutuyorum.






14 Eylül 2014 Pazar

Düzensizliğe bir Düzen ve Turfanda Karşıtı Konserveler










Bugün 14 Eylül Pazar. Eylülün ortası, sonbaharın kendini inceden hissettirmeye başladığı günler.  Yazın eğlence odaklı, çalışmadan kaytarmalı günleri de geride kalıyor. Artık aradığım insanları yerlerinde bulabileceğim. Tatil günleri geride kalıyor, tatil planlarıyla geçen verimsiz iş günleri de. Ayaklara özgürlüğe de son, açık ayakkabı giymek artık hava uygun olsa bile uygunsuz kaçacak.  İnsana bir düzen hissi de geliyor. Yaz boyu askıya alınan zorlu işler için planlar yapmaya başlıyorum. Düşüncelerimi de hizaya sokmaya başladım. Kilo almışım, yazın rehavetiyle yediklerim yaramış, stres azalmış, ama bir düzensizlik hissi hep oradaymış gibi. Düzen ve disiplin geri geliyor. Üşümeme, hasta olmama disiplini geri geliyor. Kıyafetler daha özenli, yıka ve çık, ne bulursan giy özgürlüğü bitti. Farkında olmadan düşen yapraklarla kışı ne kadar çok özlediğimi hatırlıyorum. Güneş gidiyor, gün azaldı, uzun akşam çalışmaları geri geliyor. Verimli olma isteği geliyor, üretme, ürettiğinden memnun olma, kısa günlere uzun işler sığdırma hepsi geri geliyor. Doğa da öyle, şu an en verimli ürünleri alıyoruz, yaz ürünleri ucuz ve bol. Ağaçlar ürettiklerini olgunlaştırma çabasında hepsini ürüne çeviriyor. Şehir hayatında farkında değiliz belki ama, doğa şu an  maksimum verimde. Bütün kış benim aksime dinlenecek. Şu an sanırım yapılacak en iyi şey ağustos böceği karınca hikayesinde olduğu gibi, çalışmak. Eylül ortası karıncaya göre belki biraz geç ama bizim için tam zamanı. Pazarlara gitme zamanı, ucuz ürün alıp onları dönüştürme zamanı. Kırmızı biber maksimum üründe. Barbunya, bamya, patlıcan, domates, biber, meyveler... Kısacası şu an tam reçel, konserve, turşu  ve buzlukta saklama zamanı. Turfandaya karşı duruşumuzu netleştirme zamanı. Kışın ihtiyacınız olanı doğanın şu an maksimize ettikleriyle karşılama, fazla yaz ürünlerini kışa saklama zamanı, kısacası herkes için çalışma zamanı geldi.
                           

Ufak bir konserve yapımı tarifi verip bitiriyorum, ev yapımı konserve aslında hassas bir konu, ama ben taraftarıyım. Bir biyolog olarak da onaylıyorum. Konserve kelimesi ingilizcede conserve kelimesinden geliyor yani muhafaza etmek. Biz de muhafaza edeceğiz, ama ederken mikroorganizmalardan arındırmamız gerekli. Bunun için metal ve sızdırmaz kapaklı cam kavanozlar kullanacağız. İçine konserve edeceklerinizi koyun, örneğin doğranmış ve pişirilmiş domates ve biber. Kavanoza doldurun sıkıca kapatın kapağını. Düdüklü tencereye kavanozları temiz bir beze sarıp koyun ki birbirlerine çarpıp kırılmasınlar. Düdüklü tencerenin içine de su koyun alabildiği kadar. Daha sonra düdüğü çıktıktan sonra 15-20  dk pişirin. Çıktığında steril kavanozlarınızı elde etmiş alacaksınız, bu şekilde 1 yıl  oda sıcaklığında muhafaza edebilirsiniz. Burada yaptığımız işlem yüksek ısıyla bakterileri öldürmek, böylece bozulmayı önlemiş oluyoruz. Laboratuvarlarda da sterilizasyon için otoklav dediğimiz, 121 C°'de 15 dakika buharlı sterilizatörler kullanılıyor.  İstediğiniz herşeyi 121 C°'ye dayandığı sürece bu otoklavlarda sterilize edebilirsiniz. Düdüklü tencereler otoklavların  ilkel halleri olarak düşünebilirsiniz. 121 C°'ye çıkıp çıkmadıklarını bilemezsiniz, ama basınçlı oldukları için suyun kaynama noktası olan 100 C°'den fazla sıcaklığa çıktıklarını biliyoruz. Bu da mikroorganizmalardan özellikle bakterilerden kurtulmak için hiç de fena bir sıcaklık değil. Herkese mutlu ve verimli bir kış dileğiyle...


10 Ağustos 2014 Pazar

Distopya

 

Son zamanlarda arka arkaya okuduğum distopya örneklerinden bahsetmek istiyorum. Sanırım öncelikle distopyanın ne olduğundan bahsetmek iyi olacak. Distopya tahmin edildiği üzere ütopyanın tam tersi. Aslında günümüz için tamamiyle fantastik bir dünya ama günümüzle karşılaştırıldığında bu fantastik hayatların gelecekte yaşanması olası. Bu tür kitaplarda, anlatılan distopyaya nasıl gelindiği ve politik ve toplumsal yapı olabildiğince net bir şekilde anlatılır. Şimdi gelelim okuduğum distopya örneklerine, ufak bir liste oluşturdum ama distopya bu kadarla sınırlı değil, bunlar henüz benim okuduklarım.
1. George Orwell- 1984: Sanırım distopyanın bilinen en iyi örneklerinden biri 1984'tür. Kitapla ilgili çok fazla şey anlatmak istemiyorum, beni ençok etkileyen kısmı çiftdüşün kavramıydı. Bunu biraz açmak istiyorum:
- kapitalist dünya sosyalist dünyadır.
- liberalizm komünizmdir.
- okyanusya doğuasyadır, o da avrasyadır
Burada bahsedilen zıtlıklar, aslında halkın kafasını karıştırıp neyin iyi neyin kötü olduğu algısını yok etmeye yarıyor. Bir diğer çarpıcı kısım ise geçmişte yapılan ama şu anda yatsınmak istenen herşey kayıtlarla değiştirilerek halka unutturuluyor. Halk da geçmişteki güzel günlerin aslında yaşanmadığına ve şu anın her zaman geçmişten daha iyi olduğuna inandırılıyor. Bir diğer çarpıcı kavramsa  hemen herkesin bildiği Big Brother kavramı. Bir zamanlar bir yarışma vardı, "Biri Bizi Gözetliyor"du adı. Orjinali Big brother olan bu yarışma programında olduğu gibi kitapta her evde bulunan televizyonlar aracılığıyla her ev izleniyor. Bu sayede insanları kontrol edebiliyorlar. 
Arka planda bir aşk hikayesi de bulunan kitapta bu hikaye de çok farklı bir şekilde okuyucuya distopyanın gerçeklerini anlatıyor. Daha fazla spoiler vermek istemiyorum, günümüzde olan bir çok olayın bu kült romanı okuduğunuzda daha bir anlamlı olduğunu söyleyebilirim.
2. Aldous Huxley- Cesur Yeni Dünya: Bu kitapta biraz daha futuristik öğeler var. Örneğin aile kavramı yok edilerek insanlar Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretiliyorlar. Annelik ve babalık yok edilerek, insanlar bu merkezlerde istenilen şekilde yetiştiriliyor. Duygusal bağlar yok edilerek, aşık olma gibi kavramlar yasaklanıyor. Uykuda eğitim ve  mutlu olmak için herkese verilen uyuşturucular kullanılıyor. Toplumsal hiyerarşı yine korunmuş ve bireyler çocukluktan itibaren toplumsal statülerine göre yetiştiriliyorlar. Bu kitapta da yine arka planda karakterler ön plana çıkarılarak, detaylar irdeleniyor. 
3.  Harry Harrison- Yer Açın! Yer Açın!:Bu kitabı İzmir Kitap Fuarında Metis Bilimkurgu Serisinin bir kitabı olarak almıştım. Özgün adı Make Room! Make Room' 1966'da yazılmış. Çok fazla kişinin bilmediğini düşündüğüm bu kitap bence distopyanın çok iyi örneklerinden biri. Bu seferki dünya 1999 yılında milenyuma girmeden hemen önce geçiyor. Dünya nüfusu inanılmaz rakamlara ulaşmış, üretim durmuş, bütün kaynaklar tükenmiş durumda. Okurken size resmen o anları yaşatacak kadar iyi betimlemelere sahip kitapta, devlet halka halkı açlıktan öldürmeyecek kadar miktarlarda yiyecek temin ediyor. Kalan son kaynaklar denizden temin ediliyor ve yosun ve planktondan üretilen gıdalar kullanılıyor.
4. George Orwell- Hayvan Çiftliği:Yine George Orwell'in kaleminden çıkma bu ünlü kitap aslında bir fabldır. Çiftlik hayvanlarının özgürlüklerini kazanmak isteyip çiftlik sahibini çiftlikten kovarak kendi ütopyalarını yaşamak istemeleriyle başlayan kitapta, yönetimde bulunan domuzların nasıl yozlaştıklarını ve en başta koydukları dört ayak iyi iki ayak kötü kuralının nasıl değiştiği masalsı bir dille anlatılır.
5. Ray Bradbury- Fahrenheit 451: Bu kitap adını 451 Fahrenheit sıcaklığının kağıdın tutuşma sıcaklığı olmasından alır. Bu seferki distopik dünyada kitaplar yakılıyor, kitap okumak yasaklanıyor. Baskı dolu bir toplumda yaşayan insanların düşünmesi engellenmeye çalışılıyor.

Distopya kitaplarını okumak insanda gerçekten farklı bir bakış açısı yaratıyor.  Bir sonraki hedefim ütopya kitaplarını okumak. Herkese tavsiye ederim, iyi okumalar...

29 Haziran 2014 Pazar

Lavanta Zamanı


Lavanta kokusunu herzaman çok sevmişimdir. Üstelik rengi ve görüntüsü gerçekten çok güzel. Akbük'te yazlığımızın olduğundan bahsetmiştim. Bir biyolog olarak oradaki doğa beni gerçekten de çok mutlu ediyor. Her mevsim farklı bir bitkiyle ilgilenme fırsatını yakalayabiliyorum. Şu sıralar yazlıkta her yer lavanta. Daha önceden lavantanın neye benzediğini bile bilmezdim. Bu sene bahara yeni girmiştik, kısa süreliğine yazlığa gitme fırsatım oldu, bir kaç lavantanın açtığını görmüştüm. Bahar ayında açtıklarını gördüğümde babamlardan yazlıktan İzmir'e gelirken lavanta toplayıp getirmelerini istedim, eve getirdikleri lavanta bitkisinin yaprak ve gövdeleriydi. Gerçekten çok güldüm, yazlıkta henüz açmamışlar, benim garip isteklerimden biri sanmışlar sanırım ne varsa bitkiye ait toplamışlar ben de onları dekoratif bir şekilde kullandım. Evde bakır bir kasenin içine lavanta dallarını yerleştirdim, lavanta dalları da boşa gitmemiş oldu. Aslında benim bahar ayında açmış olarak gördüğüm birkaç lavanta vaktinden erken açanlarmış, meğer Temmuz aylarında hasat edilen bir bitkiymiş. Bu arada dip not olarak geçenlerde Konak'ta belediyenin de birkaç yere lavanta ektiğini gördüm, belki de yıllardır ordalardı ama ben daha yeni onların farkına vardım. Lavanta aslında bir çalı, çok az su istiyor. Dalları ve yaprakları bitkiden ayrıldığında bile kuru halde sayılır, hatta çiçekleri de bu şekilde. O yüzden lavanta topladıktan sonra bence suya  koymaya gerek yok, içinde su bulunmayan bir vazoya koyduğunuzda orada çok rahat bir şekilde formunu bozmadan kurutabilirsiniz, o güzelim lavanta kokusunu da evinizde hissedebilirsiniz. Gerçekten çok ferah ve insanı bir anda mutluluk haline sürükleyen bir koku. Bir zamanlar bir yerde okumuştum, uyku sorunu olanlar yastıklarına bir damla lavanta yağı damlatırlarsa uykuya daha rahat dalarlar diyordu. Ne kadar doğrudur bilmiyorum ama bugün topladığım koca bir demet lavanta inanılmaz güzel kokuyordu. Bence yatak odasında uyku modu için denenebilir. Sizinle topladığım  bir demet lavantamın fotoğraflarını da paylaşıyorum. Umarım  dalından lavanta koparma fırsatını siz de yakalayabilirsiniz:)
 

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Bir Sukkulent Bitki Aranjmanı

Sukkulent bitkiler evde çok rahatlıkla bakılabilecek bitkilerdir. Peki sukkulent bitki nedir? Sukkulent, gövde veya yapraklarındaki özel etli dokularda su tutma ve biriktirme yeteneği olan bitki anlamındadır. Yani bildiğimiz kaktüsler bu gruba girer, ama ben en çok kaktüs gibi olup da dikenleri olmayan türleri seviyorum. Sukkulent bitkilerin ev ortamında bakımı kesinlikle diğer bitkilere göre daha kolaydır. Ayrıca evde bitki bakamam diyenler için alınıp evde beslenebilecek en iyi bitkilerdendir, çünkü sukkulentlerin sizden tek isteği evinizin en güneş alan yerine konulmak Güneş almayan yerlerde de yaşarlar ama o zaman ilk aldığınız o güzel formları güneşten daha çok yararlanmaya çalışıp boylarını uzatmaya başladıkları için bozulmaya başlar. Bir diğer kolaylıkları ise suyla olan ilişkileri, bunlar sürekli sulanmak istemedikleri için siz sulamayı unutsanız bile rahat rahat yaşamaya devam ederler, ancak fazla suya gelemezler. Bir diğer özellikleri ise kolay kolay büyümemeleri, yani ilk aldığınızda nasılsa bir kaç yılda çok fazla büyümezler böylece budama ya da saksı değiştirme gibi dertleriniz de kalmaz. Ayrıca şu sıralar tüm dekorasyon dergileri ve ev dekorasyon mağazaları sukkulent bitkileri kullanmaya başladılar. Tabi hal böyle olunca eskiden kimsenin bilmediği, ilgilenmediği bu bitki grubu da piyasada pahalı fiyatlarla satılmaya başlandı. Hatta sukkulent bitkileri kapalı cam fanuslarda kendi kendilerine bakıma ihtiyaç duymadan yetiştiren firmalar ortaya çıktı bunlara da terrarium deniyor. Burada bir terrarium örneğinin fotoğrafını koydum.


 Ben de madem eskiden beri çok sevdiğim bu bitkiler popüler hale geldi, bu yeni moda akımına uyayım dedim, House Beautiful dergisinde bir aranjman gördüm ve kendime göre uyarladım. Bu arada sukkulent bitkileri satın almadım, yazlıkta gezerken komşuların bahçelerinden beğendiğim sukkulentlerden bir dal kopardım, daha sonra çelikleme yöntemiyle bunları kendi aranjmanımda kullandım. Çelikleme de ne  derseniz bildiğiniz aslında klasik suya koyup kök çıkmasını bekleme işleminin ta kendisi; ancak sukkulent bitkilerde bu mekanizma biraz daha farklı işliyor, bunlar suyu sevmedikleri için onları önce bir saksıya diktim, toprağın kuru kalmamasına dikkat ettim hepsi bu kadar. 15-20 gün kadar sonra da onları gerçek yuvalarına diktim. Şimdi gelelim arajman tarifimize.Saksı olarak cam fanus kullanarak modaya uydum. Cam fanusların normal saksılar gibi tabanında delikleri olmadığı için fazla suyu drenaj etmemiz gerekli. Bunun için çok güzel bir yöntem önermişler, ben de uyguladım. Cam fanusun dibine kömür parçalarıyla çakıl taşları doldurun, daha sonra toprağı ekleyin. Bu sayede fazla su kömür ve çakıl taşlarının arasına dolarak su sevmeyen sukkulent bitkilerinizden suyu uzak tutmuş olursunuz. Ayrıca toprağınız suya ihtiyaç duyduğunda burada biriken suyu kullanabilir. Daha sonra zevkinize göre bitkileri dikin, en son toprağın üzerini sadece bitkiler dışarıda kalacak şekilde çakıl taşlarıyla kaplayın. Üzerini de hoşunuza giden objelerle kaplayabilirsiniz. Ben yine deniz konseptini sevdiğim için deniz kestaneleri ve deniz kabuklarıyla süsledim. Afiyet olsun...