11 Şubat 2015 Çarşamba

Darwinya

Şu sıralar ciddi olarak aralıksız kitap okuyorum.1 aydan kısa bir zamanda 4 kitap bitirdim. Okuduğum tüm kitaplar da doğum günümde bana hediye gelen kitaplardı, Darwinya da bunlara dahil.
 Kitabın türü fantastik-bilimkurgu olarak geçiyor. Yazarı Robert Charles Wilson. Yazar birçok ödül sahibi; ancak ben ilk defa bu yazarın bir kitabını okudum. İsmi oldukça ilgi çekici, kapak tasarımı da al beni oku diyor gerçekten de. Ben de aldım okudum. Sanırım 4 akşamlık okumada kitabı bitirdim.Ancak öncelikle şunu belirtmek istiyorum yazımda bolca spoiler vereceğim. Spoiler sevmeyenler dilerlerse kitabı okuduktan sonra yazıyı okuyabilirler. Bu dipnottan sonra gelelim kitabın konusuna. Kitap gayet güzel başladı, 1912 yılında bir sabah bir kalkıyorlar Avrupa'nın bulunduğu yerde bambaşka bir yer var. Tamamen bitkilerle, ormanlarla kaplı bir yer. Ama bitkiler de hayvanlar da bizim bildiğimiz türlere benzemiyorlar. Bu kısımlar bana o kadar çok Jules Verne'i anımsattı ki bilmesem onun bir kitabını okuyorum sanırdım. Başkahramanımız Guilford, bir fotoğrafçı, çok sevdiği bir karısı ve minik bir kızı var. Londra'ya gidiyorlar, çünkü Guilford bilimsel bir geziye fotoğrafçı olarak katılacak. Bu gezi Avrupa kıtasının bilimsel olarak keşfedileceği bir gezi olarak planlanıyor. Karısı ve çocuğunu, Londra'da karısı Caroline'nin akrabalarının yanına yerleştiriyor. Tabi Londra bildiğimiz Londra değil, o da yeni Avrupa'nın, Darwinya'nın bir parçası. Kitap çok hoş bir şekilde Darwinya'yı tanımlamaya çalışıyor, bitkileri, hayvanları anlatmaya çalışıyor, bu kısımlar benim de kitapta beğendiğim kısımlar arasında. Örneğin binek hayvanı olarak bir yılan kullanılıyor. Bu yılanın hem postu var hem de eti yenilebiliyor. Guilford'un da içinde bulunduğu bilimsel keşif grubu, çok zorlu yollardan geçiyor. Bu zamanlar aynı zamanda da politik olarak çalkantılı zamanlar. Çünkü Amerika da Darwinya'ya sahip olmak istiyor. Tam da bilimsel keşif gezisi sürerken Amerika saldırıyor, gazetelerde de Keşif grubundan haber alınamadığını yazıyor. Aslında partizanlar gerçekten de gruba saldırıyorlar ama Guilford ve bir kaç kişi kurtuluyor, ancak saldırıya tekrar uğramamak için geri dönemiyorlar, kıta içerisinde ilerliyorlar. Caroline ise Guilford'un öldüğüne inanıp, bir süre sonra başka birine aşık oluyor ve onunla birlikte Avustralya'ya gidiyor. Bu kısımlar tabi ki oldukça dramatik bir şeklide anlatılıyor. Bilim grubunun aktiviteleri kitapta bana göre zorlama bir şekilde, evrime sürekli atıfta bulunmaya çalışıyor. Buldukları yeni türlerden örnekler toplamaya çalışan grup, saldırı sırasında tüm örneklerin kaybettiği için bu görevden de vazgeçip hayatta kalma savaşı veriyorlar. Yani kitap aslında türlerin değişimi ve evrimle çok da ilgilenmiyor. Sanırım ilgi çekmek için bunu paravan  olarak kullanmış. Grubun hayatta kalma savaşı sırasında ve sonrasında kitap sanki başka bir yazar tarafından yazılmaya başlanmış gibi garip bir şekle bürünüyor. Fantastik öğeler oluşturulmaya çalışılıyor. Kitabı okurken  ara bir  bölüm karşınıza çıkıyor burada yine çok zorlama birşekilde kurgulanmış bir hikaye anlatılıyor. Bu hikaye evrende bulunan varlıkların milyonlarca yıl boyunca tarihi kayıt etmeye çalıştıklarını, ancak yapay bir zekanın bunu engellemek için çalıştığını ve tarihi bozduğunu bize anlatıyor. Yani ortada bir savaş var. Bu savaş da bir nevi Tanrıların savaşı olarak kitapta yer alıyor. Tanrılar dünyada seçtikleri bazı insanları avatarları olarak kullanarak  onları istedikleri şekilde yönetiyorlar. Guilford ve bilim grubundan bir kaç kişi iyi tarafın kontrol ettikleri avatarlarken, kötü tarafın kontrol ettiği kişilerin hayatları da hikaye içinde hikaye olarak yer yer anlatılıyor.
 Kabul ediyorum kitap ilginç bir kitap ancak herşey çok zorlama gerçekleşiyor. İlerleyen bölümlerde resmen Amerikan filmlerinde gördüğümüz biçimde seçilmiş kişinin tüm evreni nasıl kurtardığını okuyoruz. Aile bağları, sanki  Viktoria's Secret mankeninin  sırf güzel gözüktüğü için Amerikan aksiyon filmine entegre edilmesi gibi. Mankene verilen  rol havada kalmasın diye  zorlama bir Amerikan aile bağı kullanılır, üstelik bizim kitabımızda Viktoria's Secret güzeli de yok. Yine de kitabın hakkını vermek lazım, akıcı, insanı sürekli zinde tutan, acaba şimdi ne olacak, neden böyle oluyor dedirten bir kitap. Merak ettiğiniz soruların cevapları zekice olmasa da bence okunabilir bir kitap. Ufak bir ekleme daha yapıp yazıma son vereceğim. Avatarlarına tanrılar ölümsüzlük veriyor. Guilford herşey bittikten sonra tanrısına ölümsüz olmak istemediğini, sevdiği kişilerin ölümünü görmek istemediğini söylüyor. Tanrı da bu isteğini kabul ediyor, ve uzun bir süre ortalarda görünmüyor. Guilford ömrünü tamamlamak  üzereyken tanrısı tekrar geliyor ve ölümlü olmaya değdi mi diye soruyor. Cevabı biliyorsunuz. Bu kısım kitabın gerçekten de ne kadar çok Amerikan vari bir kitap olduğunu tamamen gözler önüne koyuyor. Sanırım buna benzer birçok film sahnesini daha önce görmüşsünüzdür. Kitabın bence en kısa zamanda Hollywood versiyonu çekilmeli, kitabı uyarlarken hiç zorlanmayacaklarından eminim, belki Viktoria's Secret güzeli bile koyarlar. Herkese iyi okumalar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder