15 Şubat 2015 Pazar

Bir Feminist Ütopya: Kadınlar Ülkesi

Distopya adlı yazımı yazmama sebep olan birçok distopik okumalarımdan sonra ütopyaları da okumaya karar vermiştim. Son distopik kitabım Ursula K. Leguin'in Mülksüzler'ini okuduktan sonra bu kitabın ütopik mi yoksa distopik mi olduğuna karar verememiş, her iki kategori içinde de değerlendirilebilir olduğu kararına varmıştım. Charlotte P. Gilman'ın Kadınlar Ülkesi'ni okumaya başladığımda bir önceki yazımda bahsettiğim sebeplerden ötürü önsözünü, kitap bittikten sonra okumaya karar vermiştim. Önsöz başka bir yazar, Ann J. Lane, tarafından  kaleme alınmış, bugüne kadar yazılmış tüm ütopya kitaplarının Kadınlar Ülkesi'yle karşılaştırılmasını da içeriyor. Ayrıca distopya kitaplarından da bahsediyor ve benimle aynı fikirde olarak o da Mülksüzleri bir ütopya olarak tanımlıyor. Bu kısım beni gerçekten de çok ilgilendirdi. Bu önsözde bu türden başarılı bir derlemeyi gerçekten de beklemiyordum. Beni çok tatmin ettiğini, hatta tüm ütopyalarla distopyaları bir yazıda birleştirdiği için de ayrıca kıskandırdığını söylemeliyim. Ancak, bu önsöz, çok detaylı bir özet olmasa da Kadınlar Ülkesi hakkında birçok bilgiyi de içeriyor. Hatta kitabın sonunu bile söylüyor. Bu sebeple bence bu önsöz kesinlikle bir sonsöz statüsündedir. Hatta Kadınlar Ülkesi'nin devamı olan Bizim Ülkemiz hakkında da hem alıntılar, hem de birçok yorum içerdiği için bence çok tehlikeli bir sonsöz, zira benim Bizim Ülkemiz hakkındaki meraklarımı gidermiş, bu kitabı okuyup okumama kararımı tamamen değiştirmiştir.

Şimdi gelelim Kadınlar Ülkesi'ne. Öncelikle bu kitabı okuma kararımın onun yine bana bir hediye olarak gelmesiyle olduğunu söylemeliyim. Ancak bu hediye hem bir ütopya olması hem de çok sevdiğim bir arkadaşım tarafından bana hediye edilmesi sebebiyle ben deniz tarafımca 2 gecede bitirilmiştir. Dili ve uslübu oldukça akıcı. İnsanı meraklandıran bir kurgusu da var. Ancak inandırıcılığı hakkında ne yazık ki bu kadar olumlu olamayacağım. Kitapla ilgili spoiler olmayacağını düşündüğüm bir bilgi paylaşacağım. Kitap, 2000 yıl önce bir doğal afet sonucu, denizle ve dünyanın geri kalanıyla izole olması neticesinde oluşan saklı bir bölgede geçiyor. Bu bölgede doğal afet öncesi savaşlar olmuş ve erkeklerin büyük bir kısmı geri dönmemiş, kalan topluluk ise zorba bir yönetim tarafından eziyet ve işkence görmüş. Afet sonrasında kalan kadınlar, kendilerine eziyet edenleri öldürmüş, bir avuç erkek ise geçen yıllar sonucu hayatlarını kaybetmiş, sonuçta bölge yalnızca kadınların yaşadığı bir yer halini almış. Buraya kadar gayet mantıklı ilerleyen kurgu, bölgede bu kadınlardan 2000 yıl sonra 3 milyon kadının nasıl ütopik bir yaşam sürdüklerini açıkladığı an bence bozuluyor.

Kadınlar oldukça fazla zekiler, çok iyi fiziksel özelliklere sahipler, atletik, dayanıklı ve hastalıkları yenmiş haldeler. Annelik ve çocukların yetiştirilmesi onların hayatlarının merkezinde. Çocukları bu konuda çok iyi olan eğitici kadınlar yetiştirdiği için çocuklar da en iyi şekilde büyütülüyorlar. Çocuklar anneleriyle bizim kurduğumuz türden bir aile ilişkisi içerisinde değiller, hepsi bir aradalar ve hemen hemen aynı eğitimden geçiyorlar. Tabi ilerleyen yaşlarda istedikleri konularda detaylı eğitimler de alabiliyorlar. Kitapta bu durum oldukça uygunmuş gibi okuyucuya anlatılıyor, ancak ben bu şekilde düşünmüyorum. Okuduğum birçok distopik dünyada bireyselliğin yok edilerek tek tipte insan yetiştirilmesinin amaçlandığı, bu sayede de onları yönetmenin daha kolay olduğunu hemen hemen her distopyada okuduğum için, bu durum bana hiç de ütopik gelmedi.

Kitap, bir erkeğin gözünden anlatılıyor. 3 maceraperest  erkek bir bilimsel gezi vasıtasıyla bu ütopik kadınların yaşadığı ülkeyi keşfediyorlar. Kadınlar bu erkeklere tamamen dostça yaklaşıyorlar. Sonuçta kadınlar kendi bilgilerini onlarla paylaşarak, erkeklerin de kendi yaşadıkları dünyaları hakkında bilgi vermesini istiyorlar. Bu bilgi paylaşımı sırasında bu ütopya çok daha ayrıntılı bir şekilde okuyucuya aktarılıyor. Ayrıca bilgi paylaşımı sırasında aslında erkekleri eğitiyorlar ve artık onların yeterince eğitimden geçtiğine inandıktan sonra onlara güvenmeye başlıyorlar. Kadınlar hem korkusuz, hem de her durum karşısında çok sakinler. Gerçekten de okuyanı hayran bırakan kişilik özelliklerine sahipler. Ancak erkekler için böyle söylemek mümkün değil. Bu kitap tarz olarak bir feminist ütopya. Böyle olunca ister istemez biraz yanlı olabiliyor sanırım. Erkeklerden okuyucuya anlatıcı rolünde olan karakter, Van, bir sosyolog. Diğeri, Jeff,  tıp doktoru, Terry  ise yakışıklı, zengin bir çapkın, ancak onun da zekası azımsanacak durumda değil. Kitabın başında bu üç erkek hakkında anlatılanlar bu şekilde, ancak okuyup da kitabın içerisine girdiğiniz zaman bu kadınlarla olan ilişkilerinde ve diyaloglarında ne kadar başarısız ve tam bir moron oldukları okuyucuya her seferinde hissettiriliyor. Bu benim gözüme çok fazla çarptığı için kitap, bu noktada da inandırıcılığını benim gözümde yine yitiriyor. Kadınların ne kadar ütopik olduklarını anlamamız için erkeklerin moronlaştırlması bence yazar için bir kolaya kaçmaydı.

 Kitap genel olarak merak uyandırıcı ve ilginç bir konuya sahip. Bence okunmayı da eleştirilmeyi de hakediyor. Özellikle feminizmi benimseyenlerin beğeniyle okuyacaklarını düşünüyorum. Hatta her kadını onore eden üslübu sebebiyle arada bir tekrar okunulabilir
. Ayrıca kitap üslup olarak mizah da içerdiği için keyifle okunacak bir kitap. Herkese iyi okumalar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder